Mehmet Mert, Hayat olduğu sürece aslında gazetecilik hep vardır…


Sizi biraz tanımak isteriz. Mehmet Mert kimdir?


1969 yılında Kars’ın Arpaçay ilçesine bağlı Polatköy’de doğup, memleketinde lise öğrenimini tamamladıktan sonra üniversite eğitimi için İzmir’e geçmiştir. Ekonomik zorluklardan dolayı üniversite eğitimini tamamlayarak askerlik görevini yaptıktan sonra İstanbul’da yaşamaya başlayarak önceleri bazı dergilerde karikatürist olarak mesleğe başlamış. Ardından çalıştığı gazetelerde, muhabirlik, köşe yazarlığı, editörlük, grafik tasarımı yanı sıra yöneticilik görevlerinde de bulunmuştur. Sırasıyla; Fırt Dergisi, Hürbakış Gazetesi, Doğan Haber Ajansı, CNN Türk muhabirliği, SHOW TV haber muhabirliği, Televole muhabirliği ve Tempo dergisi muhabirliği yaptıktan sonra 2002 yılında İstanbul 3.Bölgede günlük yayın yapan HABERDAR gazetesini kurdu. Gazete bugün DAMGA ismiyle İstanbul’da günlük 10 bin tirajı ile en büyük kent gazetesi olarak yayınına devam etmekte ve bu gözetenin de Yönetim Kurulu Başkanlığını ve köşe yazarlığını yapmaktadır. Trakya TV, Kanal9, Rumeli TV, Kanal 7/24 TV başta olmak üzere birçok televizyon kanalında, ‘Mertçe Söyleşiler’, ‘Yerel Gündem’, ‘Yerel Panorama’ isimli canlı tartışma programlarını sundu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası başta olmak üzere bir çok STK üyeliği bulunmaktadır. Okan Üniversitesi ve İstanbul Rumeli Üniversitesi Danışma Kurulu üyesi olarak zaman zaman bu üniversitelerde iletişim dersleri vermektedir. 2015 yılından bugüne İstanbul’un en büyük meslek örgütü olan İstanbul Gazeteciler Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığını sürdürmektedir. Gazetecilik, televizyonculuk ve yöneticilik alanlarında birçok ödül almıştır. Sürekli basın kartı sahibidir.  Evli ve bir kız bir erkek iki çocuk babasıdır.


-Gazetecilik hayatınıza başlarken çevrenizden size gelen tepkiler nasıldı?


İlk başlarda sizi pek kimse fark etmez. Ne zamanki birilerinin canını yakmaya, yanlışların üzerine gitmeye, olumsuz haberler yayınlamaya kalkarsanız o zaman dikkatleri çekmeye başlarsınız. Tıpkı mahallede olup biten yanlışlara dur diyen bekçi gibi o andan itibaren iyi niyetli insanların hayranlığını, kötü niyetli insanların da nefretini kazanmaya başlarsınız. Bende de öyle oldu. İlk başlarda bu ayrımı pek farkedemedik tabi zamanla herşeyin daha iyi farkına vararak artık dikkatli olmayı, gerçeklerin peşinden giderseniz sizi sevenler kadar sizden nefret edecek bir kitle olacağını da kestire biliyorsunuz.

-Ülkemizde gazeteci olmanın zor yanları neler?


Birçok meslek gibi gazetecilik yapmanın da sadece ülkemizde değil tüm dünyada belli başlı avantajları kadar dezavantajları da vardır. Onların en başında güvenlik sorunu gelir. Gazetecilik temelinde eleştiri kültürü geldiğinden, hakikatin ortaya çıkarılması için çaba gösterme amacı güdüldüğünden, ne yazık ki bu durum da bazılarının işine gelmez. Dolayısıyla bir  tarafta işinizin hakkını vermek için çalışmanız, geçiminizi sağlamanız, özel hayatınızı yaşamanız gerekirken, diğer taraftan da yazdığınız yazılardan ve yaptığınız olumsuz haberlerden dolayı sizi takip eden, sizinle uğraşmayı düşünen birileri hep olacaktır. Bir diğer sorun ise ne yazık ki daha ülkemizde gazeteciler çok kolay iş bulamıyorlar, mesleklerini yapmakta zorlanıyorlar, günümüz basın yayın organları evrensel gazetecilik ilkelerinden uzaklaşarak, şirketleşme ve sanayileşme güdümüne girdikleri için meslekte başarılı olunan medya mensuplarından ziyade, liyakattan uzak, siyasi ve iş dünyasının  desteğini alan kişileri çalıştırma yoluna gitmekteler.

-İstanbul Gazeteciler Derneği başkanı olduktan sonra hayatınızda neler değişti?


Sivil toplum örgüt yöneticiliği bir nöbet değişimidir. Dolayısıyla ben şuan nöbet başındayım. Normal işimin dışında bir de “meslek örgütünün yönetim kurulu başkanlığından dolayı sorumluluklarım arttı, meslektaşlarımın her koşulda yanlarında olmam gerektiği için özel hayatımdan fedakarlık yapmak gerekti.

-Gazeteciliğin dünü, bugünü ve yarınını nasıl değerlendirirsiniz?


Bu sorunuza kitap yazılır ama elimden geldiğince kısa cümlelerle bir şeyler anlatmak isterim. Hayat olduğu sürece aslında gazetecilik hep vardır. İlk çağlardan günümüze dek insanlar daima olup bitenleri öğrenmek ve kendi yazdıklarını insanlara duyurmak ihtiyacı duymuştur. Geçmişin dile getirilmesi ve gerçeğin ortaya çıkarılmasında en önemli araç yazı olmuştur. Tarih yazı ile başlar. Basın tarihini de genel uygarlık tarihinden ayıramayız. Daha sonra kağıt ve matbaa yazılanların çoğalmasını ve gelecek kuşaklara ulaşmasını sağlamıştır. Batı’da basın tarihinin gerçek başlangıcı 13.YüzYılda elle yazılan, elden ele dolaşan, küçük haber mektupları karşımıza çıkmaktadır. Sonraları yüzüncü yılın başlarında gazetecilik altın dönemini yaşamıştır. Çünkü o yıllarda daha gazetecilik sanayileşme ile tanışmamış, tiraj, reyting kaygısı bu kadar fazla yaşanmıyor, medya organı sahipleri günümüzdeki kadar her şeye hakim olmak istemiyorlardı.
Gazeteciliği daha çok, eğitimli, kültürlü, birikimli, yazarlar, edebiyatçılar, düşünürler yapmaktaydı. Günümüzde ise önce 80’li yıllar ile medya organları büyük holdingleşme yaşadı. Artık gazeteciler de parar ile tanışmıştı ve aza kanaat edilmiyor, daha fazlası daha fazlası istenmeye başlamıştı. İşte bu para ve şöhret aşkı dünün; hakikatin peşinden koşma, habere evrensel normlarda bakma, adil olma, vicdanlı olma, ahlaklı olma, haber peşinde koşma özelliklerini unutturdu. Yerine şantaj gazeteciliği, paparazzi gazeteciliği, haklıdan yana değil, güçlüden yana olma yorumunu yapan kalemşor gazeteciliğinin prim yapmasını getirdi. Artık medya organlarında gerçek gazeteciler, haberciler değil, liyakat sahibi olmayan, torpilli yöneticiler, elinde güç bulunduran şantajcı kişiler boy göstermeye başladı.
Yarının gazeteciliğine gelirsek ise, yapay zeka ile birlikte artık geleneksel gazetecilik daha da zayıflayacak, bireysel anlamda kitlesi olan, kalemi güçlü olan, elinde bir takım sosyal medya desteği gibi özelliği olan bireylerin başarılı olacağı bir medya dönemi yaşanacaktır. Hayat olduğu sürece, kağıt olduğu sürece belki basılı gazetecilik de sürecektir ama giderek daha da zayıflayacak, televizyonlar daha az izlenecek ve sosyal medyada bireysel anlamda başarılı gazeteciler daha çok prim yapacaktır.

-İstanbul’daki gazeteler ile fikir alışverişi yapıyor musunuz?


Zaman zaman bir araya gelerek mesleği tartıştığımız meslektaşlarımız var tabi. Bu günlerde daha çok sanal alemden görüşmekteyiz.

-Gazetecilik sektörüne girmek isteyen yeni nesil gençlere ne gibi tavsiyeleriniz olur?


Öncelikle dalı ne olursa olsun iyi bir eğitim alsınlar, yabancı dili mutlaka ceplerine koysunlar, sık sık seyahat etsinler, networklarını mutlaka geliştirsinler, bol bol kitap okusunlar. Araştırmaya ilgi duysunlar, herşeyi merak etsinler, siyasete ilgi duysunlar, ekonomiye, sanata, yaşama ilgi duysunlar. Kısa sürede çok hızlı koşsunlar. Çünkü artık rakip sıradan bir mahallenin çocuğu değil, ayda 800’den fazla makale yazan, günde 30’dan fazla haber yapan, saatte onlarca haberi edit eden, yorumlayan robot muhabirler var. Bu rakiplerle mücadele etmeği düşünmüyorlarsa üzülerek söylüyorum gazeteciliğe başlarlar fakat sonunu getiremezler.

-Hayatınızda değistirmek istediginiz şeyler var mı?


Tabi ki. Benim beğendiğim güzel sözlerden birisi şudur; ‘iki günü aynı olanın bir günü eksiktir.’ Yani hemen hemen her gün kendimi yenilemeği seviyorum. Hergün daha fazla bilgi ile beslenmek, daha çok insan tanımak, daha fazla mutlu olmak, insanlığa, çevreye, doğaya daha fazla faydalı bir birey olmak için çabalıyorum. Bu tutum da beni sürekli değişime ve gelişime itiyor.

-Meslekte hiç unutamadığınız anınız nedir?


Bir çok anım var. Defalarca saldırıya uğradım, yeri geldi yazdıklarımla yetinmedim, siyasileri siyah çelenklerle protesto ettim, arabamın tekerleği defalarca patlatıldı, ofisime defalarca saldırı düzenlendi, gazete merkezimiz basıldı, molotof kokteyli atıldı, tehdit edildim, yüzlerce davada yargılandım. Bunların ayrımsız hiç birisini unutmak mümkün değil. Ama beni en çok olumlu haberlerden sonra aldığım tepkiler mutlu etmiştir.

-Gazete baskı fiyatları sizce neden yüksek?


Bildiğiniz üzere Türkiye’de tek kağıt fabrikası SEKA dramatik bir şekilde kapatılarak yabancılara satıldı. Gazetelerin basılması için size kağıt, mürekkep ve matbaa makinesi gerek. Bu ürünlerin tamamı döviz ile gelmekte ülkemize. Döviz alıp başını giderken baskı maliyetlerinin de düşmesi beklenemez. Birinci sorun bu. Bir diğer sorun aslında gazetecilik doğru anlamda yapılırsa bir kamu görevi sayılırken bu önemli mesleğe devlet pek katkı sunmamakta. Ve mesleği iyi yapanla yapmayanı ayırt etmeyi düşünmemekte. Hal böyle olunca basın yayın organları bir çok sorunlarla baş başetmek zorunda kalmakta.

-Korona virüs salgını hakkında neler söylemek istersiniz? Sizce sektörü nasıl etkiledi?


Başından beri bu virüsün laboratuvarda üretildiğini, dünyanın her gün artan nüfusu taşımakta zorlandığı için bu durumu değiştirmeye karar verenlerin bir organizasyonu olduğunu düşünmüşümdür. Ve bu virüs hiçbir zaman insanlığı terk etmeyecektir. Bu durum daha çok dijital hayata artı kazandıracaktır. Medya ve basın sektörü içinden de dijital hayata yatırım yapanların kazançlı çıkacağını söyleyebilirim.

-Siz ne gibi önlemler aldınız?


Biz de tabi ki hem basılı gazeteye devam ederek Gazete Damga’yı her gün basmayı sürdürüyoruz, hem de dijital sisteme yatırım yaparak www.gazetedamga.com.tr haber sitemizi günlük 150-200 bin okuru olan bir web sitesi olarak ayakta tutmaya çalışıyoruz.

-Sosyal aktiviteleriniz var mı? Varsa nelerdir?


İş, ev, özel hayat, sosyal hayat elimizden geldiğince dolu dolu yaşamaya çalışıyoruz. İmkanlar el verdikçe sık sık memleketin her karış yerini, arada bir yurt dışında önemli memleketleri gezmeye çalışıyoruz. Ben pek evde oturan birisi değilim, hani şu salgın döneminde bile sabah çıkıp akşam geç saatte eve gelerek ortalama 15-20 saati dolu bir şekilde yaşamaya çalışıyorum.

-Sizce yeni neslin haber alma tercihleri ile geçmiş nesillerin haber alma tercihleri ne gibi farklılıklar gösteriyor?


Geçmişte habere ulaşmak daha bir güçtü. Mesela Osmanlı döneminde mektupla haberleşme vardı. Venedik savaşlarında bu duruma sık rastlanmıştı. Dijital devrimden önce teleksler vardı, araya hatırlı insanları koyarak habere ulaşma çabaları vardı. Şimdi ise saniyede habere ulaşılıyor, sosyal medya sayesinde bir saniye haberi geç alırsanız haber elinizden uçup gidiyor.

-Yeni nesil gençleri haklarının farkında mı?


Her neslin kendine özgü bir karakteri vardır. Yeni nesil derken acaba biz de yeni nesilden mi sayılıyoruz yoksa eskidik mi? Hani yeni nesli nasıl tanılandırmak gerek. Yaş aralığı 10 ila 15 olan mı, 20 ila 25 olan mı yoksa daha yukarısı mı yeni nesil. Dün dede ile torun arasında ciddi bir jenerasyon farkı vardı. Bugün aralarında 5 yaş olan kardeşler arasında ciddi bir jenerasyon farkı var. Dolayısıyla kim neyin farkında, neyin farkında değil yorumlamak çok zor.

-Son olarak okurlarımıza neler söylemek istersiniz ?


Öncelikle röportaj için çok teşekkür ediyorum. Bazı sorularınıza uzun cevap veremedim. Mümkünse bir ara bazı soruları, örneğin gazeteciliğin dünü bugünü yarını sorunuzu daha uzun cevaplamak isterim. Bu röportajı okuyanlar lütfen ceplerine en az şu bilgileri koysunlar. Gazetecilik artık başka bir boyut kazandı. Habercilik anlayışı değişti ama haberin kutsallığı değişmedi. Habere ulaşmak kolaylaştı ama artık neredeyse ışık hızıyla haberi vermek gerektiği için rekabet etmek daha da zorlaştı. Ne yazık ki şunu söylemeden geçemeyeceğim. George Orwel bir sözünde derki; Gazetecilik, birilerinin yayınlanmasını istemediği haberleri yazmaktır; gerisi halkla ilişkilerdir… Günümüzde de maalesef gazeteci görünümlü çok halkla ilişkiler uzmanları, gazete görünümlü bültenler var. Bu ayrımı çok iyi yapmak gerek. Gerçek gazeteci kim midir? İşin ucu nereye, kime, neye dayanırsa dayansın sadece ve sadece gerçeği aktarandır, söyleyendir, yazandır. Gerisi basın danışmanlığı, halkla ilişkiler, asistanlık, pr çalışmasıdır…

Check Also

“Dört Teker Bedeni İki Teker Ruhu Taşır”

“Unutturmam” ile müzik listelerinde hızla yükselişe geçenCengiz Ateş, hakkında merak edilenleri, kariyeriyle ilgili planları ve …

Bir cevap yazın